13 Eylül 2010 Pazartesi

Travmanın çizgiyle ifadesi

Olağan bir çocuk travmasının çizgilerle anlatımı...
Bu kare “herkesin sevgilisi” haline gelmiş olan (ve yakınlarda ikinci kitabı çıkan) Fırat’ın 19 Ağustos 2010 tarihli Uykusuz’da yer alan macerasından alınma. Uğur Gürsoy’un yarattığı ve geniş bir kitlenin kalbinde taht kurmuş veletin serüvenlerini neredeyse her hafta Uykusuz’un orta sayfasının sol alt köşesinden büyük bir zevkle takip ediyoruz. Fırat hakkında yazılacaklar bitmez, fakat bu tek karede, az ve sade çizgilerle verilmiş ifade travma oluşturacak derecede bir şok anını enfes şekilde temsil ediyor. Hiçbir fazlalığa gerek duymadan...

Fakat karenin anlatı içindeki yeri hikayeninin bütünü açısından elbette önemli. Bu hikâye tam da “timing” denen kavramın karikatür ve çizgi roman sanatındaki değerine, ve karikatür yazar-çizerinin temel becerisinin bir kısmının bu maharette yattığına dair güzel bir örnek.

Timing’i “(doğru) zamanlama” diye özetleyebiliriz ama yetmez: Zamanlamayı doğru kullanmak, doğru zamanda başlatıp durdurmak, doğru süreyi tanımak... hatta sahne, plan, kare, bakış vb tüm anlatı unsurlarında, tabir caizse, “zamanı gediğine oturtmak” diyelim...

Daha fazla bekletmeden hikayeyi kaçırmış veya unutmuş olanlara Uğur Gürsoy’un bizi Fırat’la birlikte o travma anına nasıl iyi bir timing ile götürdüğünü görelim:


Her şey bir çocuğun en masum anında karnının acıkmasıyla başlar. Annesinin hiç çıkmadığı o “elini kaldıracak halim yok” durumunun katkısıyla olaylar gelişir....


Oyuncak olarak basit bir sopayla yetinen Fırat en keyifli haliyle kendisine salçalı ekmeğini verecek olan babaannesini bulmaya gider. Neşesi söylediği şarkıya da yansımaktadır (şarkının içeriğine ayrıca değinmek gerekir, zira çocukların beynine nelerin nasıl işlendiğinden başlayarak çocuk aklının bunları ne güzel çarpıttığından geçerek apayrı ve upuzun bir yola, bütün bir tarih inşasının hikâyesine saptırabilir bizi).


Salçalı ekmek vaadiyle ilerleyen Fırat babaannesine yaklaştıkça neşe unsuru yavaş yavaş kendini "gerilime" (suspense) bırakır. Fırat'ın şarkısı da, aralarda "babaannee" çığırmaları sürerken, yerini bir Bernard Herrmann bestesine bırakmıştır artık. Timing'deki ustalık yavaştan kendini belli eder...


Kapı açılırken çıkan gıcırtı, henüz hiçbir şeyin farkında olmayan ve neşeyle bağıran Fırat'ın "babaanne" çığırmasını yarıda keser. Şok anı çocuğu en neşeli haliyle ansızın yakalamıştır...


Travma anı... Tıpkı çocuğun gördükleri karşısında donakaldığı gibi görüntü de donar. Bu ana ancak kesif bir sessizlik hâkim olabilir. Her şey bir anlığına ama asırlar sürüyor hissini vererek durur...


Ve son kare... travma anından sonrası... eline bütün olayın müsebbibi yarım-ekmeğe-salça tutuşturulmuş Fırat, kendine gelememiş, o görüntü gözünün önünden bir türlü silinmemiştir...


Çizgi dilinin inceliği sayesinde aradaki süreci vermek gereksiz. Fırat’ın 6 karelik formatına her şey sığıyor. Olağan çocuk travmalarının nasıl algılanmadığı ve geçiştirildiği ise, bizim de olaya aymamızı sağlayan tek bir son cümle ile veriliyor: yine Fırat’ın çocuk aklından zerre anlamayan, her daim yorgun, huysuz, mutsuz, “suratsız” annnesinden geliyor. Oysa esas fail -kendine rağmen- elbette o...

Bu anne meselesine ise başka zaman girmeyi umuyorum, ama Levent Cantek’in bu konuya da değindiği Fırat’la ilgili 20/08/2010 tarihli Radikal Kitap’ta çıkmış yazısı için şöyle buyurabilirsiniz >>>

Şimdi sizi keyfini doya doya çıkarmanız için öykünün bütünüyle baş başa bırakıyorum. Kolay okunması için lütfen resmin üzerine tıklayınız...